Saygıdeğer okul müdürüm, müdür yardımcılarım, öğretmen arkadaşlarım ve sevgili öğrenciler,
200..-200.. Eğitim-Öğretim yılına başladığımız bu mutlu günümüzde,hepinize tekrar hoş geldiniz diyorum;
Öncelikle bugün burada ilk dersi sizlerle birlikte gerçekleştirmekten duyduğum onuru belirtmek isterim.
Dersimizin konusu “Atatürk Ve Eğitim”Atatürk ,siyasi ve askeri kimliğinin yanında kuşkusuz eğitim ve
kültür devrimcisidir.
Çanakkale ve diğer cephelerde göstermiş olduğumuz muazzam askeri başarılara rağmen I.Dünya Savaşının
kan ve barut kokan ağır yenilgisi; Osmanlı Devletini fiilen sona erdirmekle birlikte Türk Milletine de yaşama hakkı
bırakmıyordu. Ölmemek için ölümü göze alan bir milletin nasibi yaşamaktır! Parolası ile Türk Milleti : Mustafa Kemal
önderliğinde tek bir amaca; özgür ve bağımsız yaşama arzusuyla kadını ve erkeğiyle omu omuza vererek o zamanlar
dünyaya hükmeden devletlerin istekleri dışında, onlara karşı koyarak bu günkü Türkiye Cumhuriyeti Devletini tesis
etmişlerdir. Artık, Boğaziçi’nde şifasını bekleyen ‘’Hasta Adam’’yoktur. Bunun yerine
Anadolu yaylasından gür sesini duyuran, kendine parlak bir gelecek hazırlamak, bugün ve gelecekte
ülkesini gelişmiş medeniyetler seviyesine
çıkartmak için çalışan Türkiye ve onun yılmaz bekçileri Türkiye Cumhuriyeti gençleri vardır. Bunun yolu da
eğitim-öğretimden geçer. Çünkü eğitim bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatır; yada
tutsaklığa düşkünlüğe sürükler. Bunun içindir ki Türk Milli Eğitiminin amacı; ulusal amaçlara uygun zihinsel
bedensel ve ahlaki değerlerle yetişmiş, Atatürk İlke ve İnkılapları doğrultusunda fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür gençler yetiştirmektir.
Eğitimci Atatürk deyince öncelikle elinde tebeşir, kara tahtanın başında, halkına yeni harfleri öğretmeye
çalışan fotoğrafını anımsarım. Bunun dışında eğitim kurumlarında denetleyici, takipçi bir rol de oynamıştır.
Her yurtiçi gezisinde eğitim kurumlarını ziyaret etmek, sınavlara girmek, eğitim kurumlarının yerinde görmek
onun en bilinen etkinliklerindendir. Yine biz biliyoruz ki, Atatürk eğitim kurumlarında okutulmak üzere kitaplar
yazmış, yazdırmıştır. Yurttaşlık Bilgisi,Medeni Bilgiler, Nutuk ve matematik kitaplarındaki bugünkü kullandığımız
terimlerin birçoğu onun eseridir.
Osmanlı Devleti’nde okuma-yazma bilenlerin oranı %6-7 civarında, buna karşılık bu oran
Yunanistan’da %24, Bulgaristan’da ise %40’tı. Osmanlı ordusunda ise okuma-yazma
%3’ler dolayında seyretmekteydi. Orduların bu durumu tabi ki savaşların sonucuna da
etki eden bir faktördür. Savaş tarihinden bir örnek vermek gerekirse; 1904-1905 Rus-Japon
Savaşı’nı Japonya’nın kazanmasında eğitimin rolü büyüktür %90’nın üzerinde okur-yazar olan
Japon ordusu, %60’ı okur-yazar olan Rus ordusunu yenmeyi başarmıştır. Bir başka yönüne
bakacak olursak Rus çarı askerleri motive etmek amacıyla cepheye kutsal fotoğraflar, azizlerin
azizelerin fotoğraflarını gönderirken, Japon imparatoru da cepheye savaş haritaları
göndermeyi yeğlemiştir.
Türk Milleti de yılların verdiği savaşların yorgunluğu, düşman işgali, maddi imkansızlıklar ve
konuşma dilinin Türkçe olmasına rağmen yazı dilinin Arapça olmasından dolayı eğitim faaliyetlerinden
tam faydalanamıyordu. Öyle ki Kurtuluş savaşı yıllarında Ermeni ve Rum makinistler olmasa
trenler çalışamıyordu. Yani ülke yetişmiş insan gücüne hasretti, sanatkara hasretti. Oysa
düşman ülkeyi yakmış yıkmış Yunan ordusu Türkiye’yi bir harabeler diyarı haline çevirmişti.
Meyve ağaçları da dahil olmak üzere bilinçli olarak üretim kaynaklarını kurutmaya dönük
kıyımlar gerçekleştirmişti. Ülkenin en kısa zamanda bayındır haline getirilmesi gerekiyordu.
Bunun için teknisyenlere, mühendislere, doktorlara, öğretmenlere kısaca her meslekten
eğitimli insanlara ve okur yazarlara ihtiyaç vardı. Bu nedenle Türkçe’nin ses yapısına uymayan,
öğrenilmesi zor Arap harflerinin yerine daha kolay okuyup yazabileceğimiz Latin alfabesini kabul
edilmiş ayrıca, Tevhid-i tedrisat, yani eğitim ve öğretim birliği sağlanarak uzun yıllardır süregelen
mektepli-medreseli çatışmalarının önüne geçilmiş hem de, hemen her alanda olduğu gibi eğitimde
de birbirini inkar eden, kuşakların yetiştirilmesine de son verilmiştir.
Yabancı okullar denetim altına alınmış, başlarına buyruk, diledikleri gibi eğitim yapmalarına engel
olunmuştur. Örneğin Beyrut’taki bir misyoner okulunda tarih öğretmeni, İnebahtı Deniz Savaşı’nı,
özellikle anlatır ve anlattıktan sonra da öğrencileri sonucu alkışlamaya davet ederdi. Yada
aralarında Türk çocuklarının da bulunduğu öğrencilere doğu illeri Ermenistan, İzmir ise
Yunanistan olarak öğretilirdi... İşte bu nedenle eğitim Atatürkçü düşünce sisteminden
uzaklaşmamalıdır. Atatürkçü düşünce sistemi, ülkenin ve milletin muhtaç olduğu hedeflere
doğru yürüyen, çağın akışına dayanan bir değişim ve yenileşme hareketidir. Bizi bugün ve
gelecekte çağdaşlığa taşıyacak olan Atatürkçü düşünce sistemidir. Atatürk’ün yoludur.
bu yol tektir ve aklın yoludur. Bu yolun dışında yollar aramak ancak bazı ilkel zihniyetlerin
hayalleri olabilir. Atatürk, yaşamının her evresinde toplumun en dinamik unsuru olarak
gördüğü siz gençlere güven duymuştur. Sizlerin de bu güvene layık olduğunuzdan elbette
ki en küçük bir kuşkumuz olamaz.
Bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Atatürkçülük bir söylev olmaktan çok bir eylemdir.
Bu eylem çalışmayı ve başarmayı içerir. Bizi çağdaşlığa birilerinin götüreceğini umut edemeyiz.
Böyle bir şeye inanamayız. Biz çağdaşlığa ancak kendi gücümüzle kendi zekamızla,
yeteneklerimizle, kendi enerjimizle varabiliriz. Bunun içinde sadece gençlerin değil,
hepimiz için çok çalışmak gibi bir görev ve sorumluluğumuz olduğunu hatırımızdan çıkarmamamız gerekir.
İlk dersi burada bitirirken tüm öğretmen arkadaşlarıma ve okulumuz öğrencilerine
sağlık ve esenlik içinde başarılı bir eğitim yılı diliyorum ve en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum.