Tuna Bulgarları Tarihi (681-1018)

raltar Çevrimdışı

raltar

Super Moderator
Tarihte Bulgar adına ilk defa olarak, Bizans imparatoru Zenon (474-491)’un 482 yılında Doğu Gotları’na karşı savaş üzere askeri yardımına başvurduğu, Karadeniz’in kuzeyinde bulunan bir topluluk adı olarak rastlanmaktadır.1 Bulgar tabirinin Türkçe’deki anlamı ise; karışmak, karıştırmak, karışık, karışmış’tır.

Batı Hun hükümdarı Attila’nın ölümü üzerine küçük oğlu İrnek’in idaresinde Karadeniz’in kuzey sahillerine çekilen Hun bekayası ile Türklüğün batı kolunu teşkil eden ve M.Ö. III. yüzyıldan itibaren göç ederek güney Rusya düzlüklerinde yaşayan Ogurlar (Oğuzlar)’ın biribirlerine karışmasından doğan Türk-Bulgar topluluğunun, VII. yüzyılda Göktürk Kağanlığı’nın zayıfladığı devrede kendi devletlerini kurdukları görülmektedir. Bizanslı ve Latin tarihçilere göre Bulgarlar, daha 6. yüzyılın ortalarında yani batıya (Balkanlara) yönelmeden önce Bittugur (5 Ogur), Ultingur (6 Ogur), Kutrigur~Kutugur,Tokurgur (9 Ogur), Ungur~Hunugur~Onugur (10 Ogur),Utigur~Utrirgur~Oturgur (30 Ogur) adlarıyla federasyonlar halinde organize olarak İtil (Volga) nehrinden Tuna nehrine kadarki sahada yaşamaktaydılar.

Bu yüzyılın sonlarına doğru büyük bir “tribü” birliği oluşturan Bulgar Türklerinin ülkesi Bizanslı tarih yazarlarınca “Büyük Bulgaristan” olarak ifade edilmekteydi.Bu dönemde Bulgarlar, Göktürklerin baskısıyla batıya kaçan Avarların egemenliği altına girdiler ve Avarlarla birlikte Slavlara karşı mücadele ettiler. Bulgarları Avar hakimiyetinden kurtaran Kurt (Kuvrat) Han, 635 yılında ilk bağımsız Bulgar devletini kurdu. Bu devletin sınırları Dineper’den Kafkaslara kadar uzanıyordu. Ancak Bulgar devleti çok yaşamadı.

Kurt Han’ın 665 yılında ölümü üzerine beş oğlu arasında çıkan iktidar mücadelesi ve Hazarların baskısı sonucu Büyük Bulgar Devleti parçalandı ve ülkeden göçler başladı.

Kurt’un oğullarından Batbayan, On-Ogurların başında Hazarlara bağlı kalarak Don ile kuban nehri arasında, Kafkasya’daki yurtta kaldı. Kurt’un ikinci oğlu Kotrak (Votrak), VII. yüzyılın ikinci yarısında Otuz-Ogurların başında kuzeye giderek, 1236 yılında Moğollar tarafından yıkılacak olan İtil (Volga)Bulgar Devleti’ni kurdu. Oğullarından dördüncüsü Patomiya Macaristan’a,beşincisi Ançeka kuzey İtalya topraklarına maiyetindeki Ogur boylarıyla yerleşti. Üçüncü oğul Esperüh (679-702) ise kendine bağlı boylarla beraber, Bizans’ın da içinde bulunduğu kötü durumdan yararlanarak8 Özü, Turla ve Prut vadileri boyunca ilerleyip, 679’da Tuna nehrini aşarak merkezi Varna ile Şumnu arasında olan Tuna Bulgar Devleti’ni kurdu (681). Önceki devirlerde İskitler ve Hunların akın ettikleri bu sahaya (şimdiki Deliorman ve Dobruca), o çağlarda “Küçük İskitya” deniyordu.

Bizans imparatoru IV. Konstantin Pagonatus’un Tuna’nın güneyine sarkmalarını önleyemediği Bulgarlar, 681’de yaptıkları bir antlaşma ile de Bizans’ı vergi verir konuma soktular. Aynı zamanda bu antlaşma yeni Bulgar Devleti’nin Bizans tarafından fiilen tanınması anlamına geliyordu.

681 yılında Esperüh’ün temellerini attığı Tuna Bulgar Devleti bir süre sonra Balkanlarda ve Orta Avrupa’da çok önemli bir varlık haline gelmeye başladı. Bu tarihte Bulgar Türk devletinin sahası, Baserabya ve Dobruca’dan başka bütün kuzey Bulgaristan’a, doğuda Karadeniz’e , güneyde Balkan dağlarının geçitlerine ve batıda İsker Nehri’ne kadar yayılıyordu.Devletin kuzeydoğu sınırı kesin olmamasına rağmen, açık olarak bilinen şey Tuna ötesi bölgeler devletin sınırları içinde kalıyordu.

Esperüh’ün ölümünden sonra yerine geçen Tervel zamanında (701-718)Tuna Bulgar Devleti’nin dış politikasında Bizans ile ilişkiler ön plana çıktı. Bu dönemde Bulgar hanı Tervel, Bizans’ın içişlerine açık bir şekilde müdahale ederken, Bizans imparatoru II. Justinianos ise iç karışıklıklar ve dış tehditler karşısında sürekli olarak Bulgarların desteğini aradı. Hatta bu desteği sürekli hale getirmek için kız kardeşini Tervel ile evlendirdi ve onunla bir antlaşma yaptı. Bu Sayede II. Justinianos, Tervel’in desteği ile 2. kez tahta çıktı (705). Ancak Bizans ile Bulgarlar arasında savaş yapmak kronikleşmişti. II. Justinianos tahtını sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz Bulgarlara karşı üstünlük kurmak için Bulgar Türkleri üzerine tekrar saldırıya geçti; fakat yenilgiye uğrayarak geri çekildi. Bununla birlikte Justinianos tahtı tehlikeye düştüğünde yeniden Bulgar desteğini almak amacıyla girişimde bulunmaktan kendini alamadı.

II. Justinianos’un ölümünden sonra Bizans imparatorları Bulgarlarla iyi ilişkiler kurmaya özen gösterdiler ve onları kurtarıcı olarak görmeye devam ettiler. 716 yılında III. Theodosios ile Bulgarlar arasında imzalanan antlaşma ve 718’de Müslüman Arap ordularının İstanbul’u kuşattıkları sırada Bulgarların gönderdiği kurtarıcı ordular bu iyi ilişkilerin en yakın göstergesi oldu. Fakat Bulgar Türklerinin kötü zamanlarında Bizans Bulgarlar için her zaman bir tehdit olarak kaldı.

Tervel Han’ın ölümünden (718) sonra birbirini takip eden Bulgar hanları zamanında Bulgarlar, çoğu zaman iç karışıklıklar ve Bizans saldırıları ile karşı karşıya kaldılar. Bu durum aşağı yukarı VIII. yüzyıl sonlarına kadar devam etti.

Bulgar Türklerini bu kötü durumdan kurtaran ve ülkeye dirlik ve düzeni getiren kişi Kardam Han (777-804) oldu. Hatta O, 791 ve 792’de Bizans İmparatoru VI. Konstantinos’u yenilgiye uğratarak Bizans İmparatorluğu’ndan eskiden alınan vergiyi yeniden vermesini istedi. Bu isteğinin yerine getirilmemesi durumunda ise bütün Trakya’yı tahrip edeceği tehdidinde bulundu.

Kardam Han’dan sonraki yarım yüzyıl Bulgarların en parlak dönemi oldu. Kardam Han’ın ölümünden sonra tahta oturan Kurum Han (803-814), “kudretli bir savaşçı, cesur bir asker olduğu kadar, akıllı bir siyaset adamı” ve hukuka saygılı,yasa çıkaran bir şahsiyet olarak ün yaptı.

Kurum Han kısa zamanda Bizans’ın korkulu bir düşmanı haline geline geldi. Bizans’ın Türk-Bulgar devletine karşı Burgaz, Edirne, Filibe ve Sofya’dan teşkil ettiği müstahkem hat Kurum Han tarafından çiğnendi. 811’de Bizans imparatoru I.Nicephoros’u ağır bir yenilgiye uğrattı ve iki yıl sonra da İstanbul önlerinde göründü. Ancak Kurum Han 814’te İstanbul’u “zaptetmek” amacıyla harekete geçtiği sırada, bir zamanlar Attila’nın da başına geldiği gibi birdenbire ağzından ve burnundan kan boşalması sonucu öldü. Kurum Han öldüğünde; Bulgar Devleti, sınırları kuzey Karpatlardan Rodoplara ve Tisza nehrinden Diniester’e uzanan, önemli ölçüde kudretli bir devlet bıraktı.

Kısa süreli ara hükümdarlıklardan sonra Bulgarlar, Kurum Han’ın oğlu Omurtag Han (814-831) şahsında yeniden kudretli bir hükümdara kavuştular.Onun zamanı Tuna Bulgar devleti’nin en parlak devirlerinden biri oldu. Omurtag Han bir taraftan Trakya’daki kazanımlarını teyit eden bir barış ve ticaret antlaşmasını Bizans’la imzalarken diğer taraftan Frank İmparatorluğu’na karşı başarılı seferler düzenleyerek kuzeybatı yönündeki topraklarını genişletti.

Omurtag Han dönemi sosyal, ekonomik ve kültürel hayatın gelişimi açısından bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Yapılan ilmi kazılarda ortaya çıkarılan sur, kapı ,su yolları kalıntıları, saray harabeleri, bir çok sanat eseri ve süs eşyası, kitabeler, yıkıntıları belirlenen Bulgar başkentleri Pliska ve Preslav şehirleri, özellikle Madara kasabası yanında bulunan, yüksek bir kaya üzerindeki Kurum Han’ın atlı kabartması hep Omurtag Han devrinin hatıralarıdır. Böylece Omurtag Han’ın teşkilatçılığı ve Kurum Han’ın fetihleriyle Bulgar devleti yapısal olarak şekillendi, sınırları (hemen hemen)Balkan yarımadasının yarısını içine aldı ve Avrupa’da sarsılmaz bir devlet konumuna yükseldi.

Omurtag Han zamanında meydana gelen gelişmelerden biri de ülkede Hristiyanlığın ve Slavlığın gittikçe kuvvet kazanması idi. Yeni fethedilen topraklarda Hristiyan olmuş büyük Slav kitleleri, artık Türk-Bulgar aristokrasisi yanında yer almakta, böylece Bulgar devletini Türk kültürü aleyhine niteliksel bir değişime zorlamaktaydı. Öyle ki Omurtag Han bile oğullarına Slav adlar vermekteydi.
 
raltar Çevrimdışı

raltar

Super Moderator
Ynt: Tuna Bulgarları Tarihi(681-1018)

Aynı zamanda Bulgaristan üzerinde Hristiyan komşu devletlerin de artan Hristiyanlık baskısı Bulgar Türklerini kuvvetli bir şekilde Bizans kültürünün etkisi altına soktu. Bu durum, Omurtag Han’ın halefleri Malamir (Melemir, 831-836) ve Pressian (836-862) zamanlarında kendini açık bir şekilde gösterdi. Diğer taraftan Malamir ve Pressian, Bizans’a karşı fetih politikalarını devam ettirdiler. Onların döneminde Sofya ve Filibe bölgesindeki Bizans toprakları ele geçirildi. Bu dönemde Bulgar Türkleri Makedonya topraklarında ilk kez yayılmaya ve yerleşmeye başladılar.

Tuna Bulgar Türkleri için bir dönüm noktası olarak kabul edilen devir,Pressian’dan sonra Bulgar tahtına oturan I. Boris (852-889) zamanıdır. I. Boris (Mihail)’in özellikle politik nedenlerle32 Hristiyanlığın Ortodox mezhebini resmen kabul etmesiyle Bulgar Türklerinin tamamıyla Slavlaşması ve Bizans kültür dairesine girmesi süreci başladı. Slavca resmi dil haline geldi ve Bulgar üst düzey yönetici sınıf arasında gittikçe yayıldı. I. Boris’ten sonra Türkçe isimler ve ünvanlar bile atıldı.33 Bununla beraber zamanla bir Slav edebiyatı teşekkül etti. Slavların devlet yönetiminde eşit olarak söz sahibi olması ve Türklerle yerli Slav halk arasındaki evlilik ilişkilerinin artması Türk-Bulgar devletinin Slavlaşmasını hızlandırdı. Bir süre sonra Bulgaristan Slav kültürünün ilk büyük merkezi oldu ve Bulgarlar bir asır sonra Slavca konuşan bir millet haline geldi.35 Bugün bile Bulgarlar, I. Borisi’i Bulgar ulusunun gerçek kurucusu olarak görmektedirler.

Boris’in Hristiyanlığı kabulü ve Bizans’tan gelen papazların Bulgar halkını yoğun bir şekilde Hristiyanlığa sokmaya başlamaları üzerine pek çok Bulgar boyarı (ülke ileri gelenleri), Boris’in tavrını ihanet ve “büyük bedel ödeyen” Bulgar devletinin, can düşmanı olan Bizans İmparatorluğuna boyun eğmesi olarak düşündü. Bu nedenle Bulgar boyarları Boris’e karşı genel bir ayaklanma başlattılar. Fakat Boris bu Ayaklanmayı demir yumruğu ile ezdi ve elli iki boyarı aileleri ile birlikte (acımasızca) idam ettirdi.

Öte taraftan Boris , Bizans’ın Bulgaristan’da nüfuz edinmesinden endişe etti. Bu nedenle bir taraftan Bizans’a karşı Frank kralı Germen Louis ile bir ittifak oluştururken,38diğer taraftan papa ile Bizans imparatoru arasındaki rekabetten yararlanıp Bizans’a Bulgar kilisesinin bağımsızlığını tanıtmak istedi. Sonuçta Bizans’ın ağır basmasıyla 870’de İstanbul’daki kiliseler toplantısında, Ortodox Patrikliği’ne bağlı bir Bulgar piskoposluğunun ihdas edilmesi ve başına bir piskoposun getirilmesi kararlaştırıldı. Bu karar bir yandan Roma’nın Balkanlar üzerindeki dini iddialarını, diğer yandan Tuna Bulgar Devleti’nin Türklüğünü sona erdirmiş oldu.

Hristiyanlık, I. Boris’in oğlu I.Simeon zamanında (893-927)Bulgaristan’da kesin olarak yerleşti. Buna paralel olarak Bulgar devletinin Slavlaşma süreci tamamlandı. Ülkede Slav-Bulgar edebiyatı oldukça gelişerek diğer Slav milletleri arasında yayıldı ve bütün Slav memleketlerinde önemli bir kültür etkisi yaptı.

Tuna Bulgarları en parlak devrini Çar I.Simeon zamanında yaşadılar. Simeon’un ilk amacı İstanbul’u ele geçirmek ve onu idealindeki Hristiyan dünyasının evrensel imparatorluğunun başkenti yaparak üstünlüğünü açıklamaktı. 917’de Acheloe Savaşı’nda Bizans ordularını ağır bir yenilgiye uğratarak en büyük zaferlerinden birini kazandı. Simeon’un özellikle 917’deki büyük zaferinden sonra, Bizans tahtına oturmak için İstanbul üzerine yürüyeceği belliydi. Nitekim O, 921 ve 923/4 yıllarında iki görkemli kuşatmayla İstanbul’u düşürmeye gayret etti. Simeon bu kuşatmalarla amacına ulaşamasa da, Bizans İmparatorluğu’nu vergi verir bir hale getirdi ve papadan aldığı “Bulgarların ve Greklerin Çarı” ünvanını
Bizans’a kabul ettirdi. Böylece Bulgar Devleti o ana kadar en geniş sınırlarına ulaştı50 ve Balkanların en güçlü devleti haline geldi. Bu bakımdan Çar Simeon bazılarınca ilk Bulgar imparatorluğunun kurucusu olarak kabul edilmektedir.

Simeon’un teşkil ettiği bu büyük Bulgar İmparatorluğu onun ölümünden sonra yerine geçen oğlu Petro (Peter, 927-969)’un uzun saltanatı sırasında bir takım iç ve dış karışıklıklarla sarsılmaya başladı. Bu dönemde Macarlar Tuna’nın kuzeyindeki Bulgar topraklarını işgal ettiler. Sırplar ayaklandılar ve bağımsızlıklarını kazandılar. Ülkede tam bir kaos başladı.Uzun savaşlar nedeniyle bitkin düşen Bulgar halkı, feodal beylerin (boyarların) baskısı altında ezildi.

Bizans imparatoru Nicephoros Phoca, Bulgaristan’ın içinde bulunduğu bu kötü durumu, Bulgar Devleti’ne nihai bir darbe indirmek için iyi bir fırsat olarak gördü. Bu amaçla Bulgarlara karşı, kuzeyde büyük bir güç olarak ortaya çıkan Kiev knezi Svyatoslav ile 967 yılında bir antlaşma yaptı. Svyatoslav bir yıl sonra kalabalık bir ordu ile kuzeydoğu Bulgaristan’ı işgal etti. Ancak bundan sonraki gelişmeler Bizans için şaşırtıcı oldu. Svyatoslav, işgal ettiği kuzeydoğu Bulgaristan topraklarından çekilmedi ve Bulgar çarı Petro’un halefi II.Boris ile Bizans’a karşı bir antlaşma imzaladı. Yeni bir tehlike ile karşı karşıya kalan Bizans imparatoru John Tzimisces ordusunu topladı ve 971’de birleşik Bulgar ve Rus kuvvetlerini yenerek Bulgar başkenti Preslav’ı işgal etti. Bu arada II.Boris esir düştü ve İstanbul’a götürüldü.

Bizans imparatorunun bu büyük başarısı, Bulgar başkentini ve Bulgaristan’ın doğu bölgelerini Bizans’ın hakimiyetine sokmasına rağmen ülkenin batısında Bizans’a karşı varolma-yokolma mücadelesi kırk yıl daha devam etti. Bu evrede Komit Nikola adı verilen David, Moses, Aaron ve Samuel kardeşler önemli bir rol oynadılar. Onların liderliğinde başkenti Prespa olan yeni bir Batı-Bulgar Devleti yaratıldı.Bulgar devletinin başkenti daha sonra Ohrid’e taşındı.

Bulgarlar’ın büyük başarıları, özellikle kardeşlerinin ölümünden sonra Samuel’in tek başına hüküm sürdüğü dönemde meydana geldi. Samuel Bizans imparatorunu bir dizi yenilgiye uğrattıktan sonra Adriatik kıyılarını ve güney Makedonya’da bazı yeni bölgeleri topraklarına kattı. Bizans’a karşı en büyük zaferini ise imparator II.Basil’e karşı 986 yılında Trajan Geçiti’nde kazandı. Bu zaferden sonra Samuel, Sırbistan üzerinde nüfuz edinmek için harekete geçti ve Sırbistan prenslerini birer birer tabi hale getirdi.

Bulgarların bütün bu başarıları imparator II.Basil’i yıldırmadı. 11.yüzyılın hemen başında doğu Bulgaristan’ın başlıca şehirlerini ve Makedonya’da bazı kaleleri, Vidin, Üsküp gibi stratejik öneme sahip müstahkem kaleleri ele geçiren Basil, Samuel’e nihai darbeyi 1014’te indirdi. Blassitsa Dağı’nda esir aldığı 14000 yada 15000 Bulgar askerinin gözlerini oyarak dehşet saçtı. Bu nedenle O, “Bulgaroctonos” (Bulgar Katili) lakabıyla anılmaktadır.

Samuel bu gaddarlığı görerek öldü. Bulgarlar, varlıklarını Samuel’in oğlu Gavrail Radomir (1014-1015) ve onun kuzeni Ivan Vladislav’ın şahsında devam ettirmek istediler de sonuç alamadılar. 1018’de başta başkent Ohrid olmak üzere bütün Bulgaristan Bizans’ın eline düştü ve bireysel bazdaki bağımsızlık mücadelesi de Bulgarların kaderini değiştiremedi. Bundan sonra Bulgaristan, başında imparatorluk valisi bulunan bir Bizans eyaleti haline sokuldu. Bu arada Bulgarların bir kısmı toplu halde Bizans’ın elinde bulunan Doğu Anadolu bölgesine sürüldü.

Böylece, Esperüh’ün 681 yılında kurduğu Tuna Bulgar Devleti tarih sahnesinden çekilmiş oldu. Ancak Bulgarlar, 170 yıllık bir esaret döneminden sonra Asen ve Peter kardeşlerin öncülüğünde Tırnova’da yeni bir Bulgar devleti kurmayı başaracaklardır. Bu ise gelecekte Balkan yarımadasını yeni gelişmelere
gebe bırakacaktır.

Öğr.Gör. Mithat Aydın -Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı.
“Tuna Bulgarlar Tarihine Genel Bir Bakış (681-1018)” adlı makalesinden alıntıdır.
 
Geri
Üst