Ynt: Padişahlar kardeşlerini neden öldürttür ?
Osmanlılarda şehzâde katli meselesini doğru anlayıp değerlendirebilmek için öncelikle İslâm-Osmanlı hukuku ve siyaset geleneğini bilmeye ihtiyaç vardır. Hâdisenin çok esaslı tarihî, siyasî ve hukukî sebepleri bulunmaktadır. İktidarın, hanedan mensuplarının müşterek malı olduğu yolundaki eski Türk siyasî geleneğine (ülüş sistemi) göre, tahta kim çıkarsa, Allah onun hakan olmasını istemiş ve ona kut vermiş demektir. Bu ortaklık geleneği, tarih boyu menfi neticeler doğurmuş, ülkelerin parçalanmasına ve Türk devletlerinin yıkılmasına sebebiyet vermiştir.
Nizam-ı âlem için
Osmanlı Devleti’nde de XVII. asra kadar muayyen bir verâset sistemi yoktu. Güçlü ve talihi de yaver giden herhangi bir şehzâde padişah olabilirdi. Şehzâdeler merkeze eşit uzaklıktaki sancaklara bey olarak gönderilir, burada bir nevi staj görür; babalarının vefatında kim önce merkeze gelirse o padişah olurdu. Bu usulün de birtakım mahzurları vardı. Her şehzâdenin arkasında o sancağa ait büyük bir askerî güç teşekkül ediyordu. Saray halkı, asker, ulemâ veya vezirlerin teşkil ettiği birtakım klikler de, istikballerini bağladıkları bir şehzâdeyi taht iddiasına itiyordu. Nitekim hayattaki hemen her şehzâde arkasına düşman devletlerin de desteğini alarak ayaklanmış, binlerce insan ölmüş, ülke harap, millet perişan olmuştu.
Anlaşılıyor ki, Osmanlılar, gerek önce ve gerekse kendi devirlerinde yaşanan tecrübelerden ders alarak, bu musibete uğramamak için bizzat aile mensuplarını fedâ etmekten gayri bir yol bulamamıştır. Nitekim Fatih Sultan Mehmed, kanunnâmesinde, şehzâde katlini düzenleyen bir hüküm koymuştur:“Veherkimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katl itmek münâsibdir. Ekser ulemâ dahi tecviz etmişlerdir. Anınla âmil olalar.” Titizlikle yazıldığı anlaşılan bu maddenin metni, hanedan mensuplarının öldürülme sebeplerine ve bunun hukukî mesnedine de açıkça işaret ediyor. Bir de kanun maddesinin, kardeş katli için, lâzımdır veya vâcibdir demeyip, yalnızca izin vermesi dikkat çekicidir.
Kanunnâmede bir verâset usulü getirilmemiş; tahta en güçlü ve talihi yâver giden şehzâdenin geçeceği ve hanedanın taht iddiasında bulunabilecek diğer erkek mensuplarını bertaraf edebileceği esası formüle edilmiştir. Böylece İslâm hukukundaki hâkimiyetin bölünmezliği prensibi, hanedan mensuplarının canı pahasına da olsa, Osmanlı siyaset hayatına yerleşmiştir. Eğer muayyen bir kimsenin padişah olması önceden şart edilseydi, tahta daha uygun şehzâdelerin önü kapanmış olacaktı. Maddede geçen “nizâm-ı âlem” ifadesi, cemiyetin çoğunluğunun menfaati demektir. Nizâm-ı âlem, yani dünyanın düzeni, umumun menfaati ile ayakta durur.
Öldürülmeyenler İsyan etmiştir
Kosova Harbi neticesi Sultan Murad şehid düşünce, vezir, kumandan ve âlimler Şehzade Bayezid’e biat edip, kardeşi Yakub Çelebi‘yi derhal öldürmesini öğütlediler. Bu, Osmanlı tarihindeki ilk kardeş katli sayılabilir. Öldürülmeyen şehzâdeler mutlaka isyana kalkışmıştır. Yavuz Sultan Selim, tahta çıktığında kardeşi Şehzâde Korkut’u öldürtmeyip, kendisine vâlilik vermişti. Bu arada merkezden eski padişaha mensup bazı vezirler ve askerler mektup yazarak kendisini padişah görmek istediklerini, bunun için şartların hazır olduğunu bildirdiler. Bu teklife müsbet cevap vermek, üstelik padişah olduğunda maaşlarını arttıracağını va’detmek talihsizliğinde bulunan Şehzâde Korkut‘un mektubu Yavuz Sultan Selim’in eline geçti. Aynı zamanda bir fıkıh âlimi olan şehzâde, hâdiseyi inkâr edemedi ve bu onun sonu oldu.
Bundan sonra Osmanlı tarihi boyunca 39 şehzâde katledilmiştir. Ekserisi Fatih Kanunnâmesi’ni takib eden 150 yıl içindedir. Tarihî hâdiseler, çok da isteyerek yapılmadığını göstermektedir. Osmanlı tarihinde sıkça rastlanan isyanlarda, sözgelişi Sultan IV. Murad zamanındakilerde, askerin şehzâdeleri tahta çıkarmakla padişahı tehdit ettiği de bir vâkıadır. Bir başka deyişle biçare şehzâdeler, isyanlarda parmakları olmasa bile sadece varlıklarıyla devletin ve milletin emniyetini tehdit eden potansiyel bir tehlike teşkil etmiştir. İstediği verilmeyen askerler “Allah kardeşini eksik etmesin!” diye bağrışırlar. Bu, onu tahta getirmek istediklerini anlatmak içindir. Sultan I. Ahmed‘in tahta çıktığı 1603‘ten sonra kardeş katli tavsamıştır. XVII. asır başından itibaren şehzâdeler sancağa çıkarılmayıp sarayda oturmaya; sırası gelen, yani ailenin en yaşlısı tahta çıkarak, diğerleri sıralarını beklemeye başladı.
Acı bİr reçete
Hâdiseleri ve şahısları, mekân ve zamanı nazara alarak değerlendirmek gerekir. Osmanlı tarihine ideolojik yaklaşımlarla, kardeş katli tatbikatını hemen hunharlık ve vahşilik, en azından egoizm olarak vasıflandırmak, meseleyi izah etmekten çok uzaktır. Kardeş katlini gayrimeşru görmekle beraber, Osmanlı Devleti’nin bekası bakımından faydalı bulanlar da çoktur. Bu tatbikat, Osmanlı hanedanı için kusur değil, bilakis bir övgü vesilesidir. Çünki devletin dirliği ve milletin birliği için büyük bir fedâkârlık yaparak, acı reçeteyi kendileri içmiş; ciğerpârelerini fedâ etmiştir.
Böylece alınan tedbirlerle Osmanlılarda ne eski Türk devletlerinde olduğu gibi ülke parçalanmış ve ne de Avrupa verâset harplerindeki gibi sıkıntılar yaşanmıştır. Bu devrede taht babadan oğula geçtiği ve böylece padişahların ortalama tahtta kalma müddetleri daha uzun olduğu için, siyasî istikrar bakımından bir üstünlük vardı. Şehzâde katli sebebiyle, Avrupa hanedanlarının aksine, hanedanın yan dallarından yürüyen bir aristokrasi teşekkül edememiştir. Bu bakımdan kardeş katli, devleti altı yüz yılı aşkın bir zaman ayakta tutan âmillerden biri olmuştur. Bir iki asır içinde Osmanlı Devleti’nde de bir verâset usûlü yerleşerek, hanedanın en yaşlısı tahta çıkmaya başlamış; bundan sonra şehzâde katli de hemen hemen tarihe karışmıştır. Peki bu yapılanlar şer’î hukuka uygun mudur? Bunu da gelecek yazıda ele alalım.
Kardeşim Çok Uzun Ama İşine Yarayacağını Düşünüyorum Sana K.g Tşk Edersen Sevinirim
q0uRaz*