İbn Battûta Anadolu’daki gezilerine gelince, 733/1333 yılında Suriye’deyken, Lazkiye’den bir Ceneviz gemisine binerek Alâiye’de (Alanya) Anadolu’ya ayak basmıştır. ıbn Battûta’nın uğradığı yerlerden bugünkü Türkiye’nin
toprakları üzerinde bulunanları da belirtelim:
Adana, Aksaray, Akşehir, Alâiye, Amasya, Antakya, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bergama, Beyşehir, Bolu, Burdur, Bursa, Denizli, Eğridir, Erzurum, Erzincan, Gerede, Geyve, Gölhisar, Göynük, Gümüşhane, ısparta, îstanbul, ızmir,
ıznik, Karaman, Kastamonu, Kayseri, Konya, Larende, Manisa, Mardin, Mekece, Milas, Mudurnu, Muğla, Niğde, Nusaybin, Safranbolu, Selçuk, Sinop, Sivas, Tavas, Tire, Yenice. Daha sonra Sinop’tan, gemi ile, Kırım’a geçmiştir (Çevik, Mümin, İbn Battûta Seyâhatnamesi, İstanbul 1983, s. 6)
Anadolu’ya yaptığı bu uzun yolculuk 1332 ve 1333 yıllarına rastlar.
İbn Battûta Anadolu için şöyle demektedir:
“Bilâd-ui Rûm denilen bu ülke, dünyanın en güzel memleketidir. Tanrı güzelliklerini öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtırken, burada hepsini bir araya getirmiştir. Burada dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı yaşar ve
en nefis yemekler pişirilir. Tanrı’nin yaratıkları içinde en şefkatli olanlar bunlardır ki, bundan ötürü “Bolluk, bereket şam (Suriye)’da; şefkat ise Rûm (Anadolu)’ dadır”. Bu memlekete geldiğimiz andan itibaren çevredeki komşularımız,
kadın olsun, erkek olsun durumumuzla ilgilenmeden yapamamışlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar ve yola çıkacağımız zaman akraba, ya da hane halkındanmışçasına bizimle vedalaşırlar, bu ayrılıktan dolayı üzüntülerini,
gözyaşları dökerek belirtirlerdi. Bu ülkedeki âdetler gereğince, ekmek haftada bir gün pişirilir ve pişirilen ekmek de haftanın öteki günlerine elverecek kadar olurdu. Ekmek günü belde erkekleri sıcak sıcak ekmekler, nefis yemeklerle çevremizi donatırlar, ‘Bunları size kadınlar gönderdi, sizden hayır duâ bekliyorlar.’, derlerdi.
Ülke halkı bütünüyle ımam Ebû Hanife (r.a.) mezhebinde olup, ehl-i sünnettir. Aralarında ne kaderci, ne râfızî, ne mutezileden, ne haricî, ne de bid’at ehli bulunmaktadır. Tanrı taâlâ hazretleri onları bu faziletleriyle üstün kılmıştır.”
Kaynak: AÜiFD 47 (2006), sayı I, s. 162-163
toprakları üzerinde bulunanları da belirtelim:
Adana, Aksaray, Akşehir, Alâiye, Amasya, Antakya, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bergama, Beyşehir, Bolu, Burdur, Bursa, Denizli, Eğridir, Erzurum, Erzincan, Gerede, Geyve, Gölhisar, Göynük, Gümüşhane, ısparta, îstanbul, ızmir,
ıznik, Karaman, Kastamonu, Kayseri, Konya, Larende, Manisa, Mardin, Mekece, Milas, Mudurnu, Muğla, Niğde, Nusaybin, Safranbolu, Selçuk, Sinop, Sivas, Tavas, Tire, Yenice. Daha sonra Sinop’tan, gemi ile, Kırım’a geçmiştir (Çevik, Mümin, İbn Battûta Seyâhatnamesi, İstanbul 1983, s. 6)
Anadolu’ya yaptığı bu uzun yolculuk 1332 ve 1333 yıllarına rastlar.
İbn Battûta Anadolu için şöyle demektedir:
“Bilâd-ui Rûm denilen bu ülke, dünyanın en güzel memleketidir. Tanrı güzelliklerini öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtırken, burada hepsini bir araya getirmiştir. Burada dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı yaşar ve
en nefis yemekler pişirilir. Tanrı’nin yaratıkları içinde en şefkatli olanlar bunlardır ki, bundan ötürü “Bolluk, bereket şam (Suriye)’da; şefkat ise Rûm (Anadolu)’ dadır”. Bu memlekete geldiğimiz andan itibaren çevredeki komşularımız,
kadın olsun, erkek olsun durumumuzla ilgilenmeden yapamamışlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar ve yola çıkacağımız zaman akraba, ya da hane halkındanmışçasına bizimle vedalaşırlar, bu ayrılıktan dolayı üzüntülerini,
gözyaşları dökerek belirtirlerdi. Bu ülkedeki âdetler gereğince, ekmek haftada bir gün pişirilir ve pişirilen ekmek de haftanın öteki günlerine elverecek kadar olurdu. Ekmek günü belde erkekleri sıcak sıcak ekmekler, nefis yemeklerle çevremizi donatırlar, ‘Bunları size kadınlar gönderdi, sizden hayır duâ bekliyorlar.’, derlerdi.
Ülke halkı bütünüyle ımam Ebû Hanife (r.a.) mezhebinde olup, ehl-i sünnettir. Aralarında ne kaderci, ne râfızî, ne mutezileden, ne haricî, ne de bid’at ehli bulunmaktadır. Tanrı taâlâ hazretleri onları bu faziletleriyle üstün kılmıştır.”
Kaynak: AÜiFD 47 (2006), sayı I, s. 162-163