raltar
Super Moderator
ESKİ TÜRK CEZA HUKUKU
Doç. Dr. Feda Şamil ARIK - DTCF. Tarih Bölümü, Öğretim Üyesi.
En ilkel toplumlarda olduğu gibi, en medeni devlet teşekküllerinde dahi, tarihin her devresinde, suç adı verilen sosyal olayların meydana geldiği görülmektedir. Bu olaylar daima mağduru bir fert dahi olsa, toplumun huzur ve sükununu bozan ve diğer fertleri aynı fiillere maruz kalmak korku ve endişesi içinde bırakan bir nitelik taşırlar. Bu itibarla, en eski devirlerden beri bu fiilleri önlemeyi ve faillerini cezalandırmayı hedef tutan bir "müeyyideler" sistemi kurulması zorunluğu kendisini hissettirmiş ve böylece toplum hayatındaki ilk yasama faaliyeti ceza kanunları tedvini şeklinde belirmiştir.
Işte ceza hukuku, toplumun huzur ve sükununu ihlal eden ve "suç" dediğimiz hareketleri önlemeye ve bu hareketlerin işlenmesi halinde faillerine "ceza" adını verdiğimiz müeyyideleri uygulamaya yönelmiş kiiideleri kapsayan hukuk manzumesidir.
Kökeni, XI. yüzyıla, belki daha da eskilere götürülebilecek olan "suç" sözcüğümüzün, bu çağlarda, günümüzdeki anlamından ziyade,"yoldan ve yönden sapma" anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim,XI. yüzyıl Türk müelliflerinden Kaşgarlı Mahmud, ünlü eseri Divanü Lügati't-Türk'te, suç kelimesinin "bir şeyin sapmasını" bildirdiğini ifade etmekte ve bu hususla ilgili olarak bazı örnekler de vermektedir. Elimizde bulunan en eski Türkçe kaynaklardan-özellikle Göktürk kitabelerinden-anlaşıldığına göre, suç sözcüğümüzün en eski Türkçe karşılığı "yazuk" yani "yazık" olmalıdır."Divanü Lügati't-Türk ve Kutadgu Bilig gibi XI. yüzyıla ait Türk kaynaklarında da, suç ve günah karşılığı olarak "yazuk" kelimesi zikredilmiş ve kullanılmıştır.
Suçlu ve günahkara da "yazukluğ" yani "yazıldı" deniyor, suç işleme ise,"yazuk kılma" sözü ile karşılanıyordu. "Yazuk" yanısıra, "yaz-ma, yazınma,yazınç,yazım" gibi kelimelerin de eski Türkler'de suç, günah, suç işleme karşılıklarında kullanıldıkları görülmektedir. Ancak bunlar, şaşma,şaşırma, yanılma, yoldan çıkma, ihanet, kusur (etmek), kabahat (işlemek) anlamlarına da gelmekte, yerine göre kullanılışlar değişebilmektedir.
Aynca kusur, kabahat, zevili manalarına gelen "mün" sözcüğünün,"suç ve günah" manasını da içerdiği .bazı uzmanlarca ileri sürülmektedir.Bunlardan başka Kaşgarlı ve Balasagunlu'nun eserlerinde "günah" ve "günahkar" karşılığında geçen "arınçu, erinçü" ve "teltük" terimlerinin,yerine göre suç ve suçlu anlamlarında yorumlanabileceğini de kabul etmek mümkündür.
Dilimize Arapça'dan giren ve bugün halen kullandığımız "ceza sözcüğü ise, yine söz konusu kaynaklardan anlaşıldığına göre, eski Türkler' de başlıca" kıyın" ve "kın" sözleri ile ifade edilmekte idi. Eski Türk kitabelerine dayanarak, cezanın en eski Türkçe karşılığının "kıyın" olduğu söylenebilir Tenbih, tevbih, ceza kararı, hüküm, işkence manalarını
da içine alan bu sözcük, daha sonraki devirlerde de kullanılmaya devam etmiştir. Her ne kadar eski Türk epigrafik kaynaklarında geçmeyen,ancak XI. yüzyıl kaynaklarında karşımıza çıkan "kın" sözcüğünün kökeni de, çok daha eskilere dayanmalıdır. Bu hususla ilgili olarak Kaşgarlı Mahmud'un ünlü ansiklopedik sözlüğünde, "kıstur-" (Işkence ıle cezalandırmak), "kızgur-" (işkenceye koymak, cezasını çektirmek, cezalandırmak), "kızgut-" (ceza, işkence, başkalarının ders alması için, suçu yüzünden birisinin halk arasında cezaya, işkenceye uğraması), "kızıl-" (ceza görmek, kıyılmak) gibi diğer bir takım fiiller ve bunlardan yapılan terim ve sözcükler de kaydedilmiştit Bu suretle, yukarıda ana kaynaklara dayanarak söz konusu etmeye çalıştığımız terminoloji, eski Türk'ler' de suç ve ceza kavramlarının neler olduğunu ortaya koymakta ve bu hususta bir fikir vermektedir.
Türkler'de suç oluşturan ve cezayı gerektiren mı ve hareketler pek çok olup, bazıları şunlardır:Zulüm, haksızlık, yaralarma, darp (dövme, vurma), insanın uzuvlarından herhangi birisine zarar verme, katı, kız kaçırma, hırsızlık, 'ırza tecavüz,tabulara tecavüz, haram sayılan yerlere ve eşyalara saygısızlık, zina,hukuki anlaşmaları ihlal etmek, bunlara aykırı davranmak, görevden kaçınmak,görevi ihmal, livata, başkalarına kötülük yapmak, yalancılık, kovuculuk,
müfterilik, casusluk, saygısızlık, devlete veya devlet görevlilerine hakaret, hilekarlık, sahtekarlık,' rüşvet, askerlikten kaçmak, askeri görevde başarısızlık, devlete isyan, vatana ihanet, soygunculuk, eşkiyalık (gasp), töreye aykırı davranmak, beylere karşı gelmek, devleti çeşitli biçimlerde aldatmak, fuhuş, cana kast, emirlere itaatsizlik vb ...
Elimizde, eski Türkler'e ait, Moğollar ve Osmanlılar'da olduğu gibi suçlan ve karşılığı olan cezalan gösteren, bütün suçlara ait ortak esaslan tayin ve tesbit eden herhangi bir ceza kanunnamesi de bulunmamaktadır Bu itibarla suçların ağırlıklarına göre yapılmış kanunı bir taksimin, cezaların hangi suç ve suçlulara verileceğine ilişkin kesin olarak belirlenmiş bir kanunun, bulunup bulunmadığını bilemiyoruz. Keza cezalar verilirken, suçun niteliğinin, hafifliği ve ağırlığının, failin kişiliğinin, cezanın toplumdaki etkisinin, örf ve adetlere uygunluğu gibi hususlann her zaman için nazan itibara alınıp alınmadığı hakkında da kesin bir şey söyleyebilecek durumda değiliz. Ancak bunlar, görünüşe göre sabit olmayıp, zamaha, mekana, şartlara ve duruma göre değişiklikler gösterebilmişler, farklılıklar arzedebilmişlerdir.
Belirttiğimiz gibi, ancak kaynaklardaki kayıt ve bilgilerden tesbit edilebilen bu suçların bir kısmı, ölüm gibi çok ağır bir cezayı gerektirmekte,bir kısmı içinse, bundan daha hafif cezalar bahis konusu olmaktadır.
Doç. Dr. Feda Şamil ARIK - DTCF. Tarih Bölümü, Öğretim Üyesi.
En ilkel toplumlarda olduğu gibi, en medeni devlet teşekküllerinde dahi, tarihin her devresinde, suç adı verilen sosyal olayların meydana geldiği görülmektedir. Bu olaylar daima mağduru bir fert dahi olsa, toplumun huzur ve sükununu bozan ve diğer fertleri aynı fiillere maruz kalmak korku ve endişesi içinde bırakan bir nitelik taşırlar. Bu itibarla, en eski devirlerden beri bu fiilleri önlemeyi ve faillerini cezalandırmayı hedef tutan bir "müeyyideler" sistemi kurulması zorunluğu kendisini hissettirmiş ve böylece toplum hayatındaki ilk yasama faaliyeti ceza kanunları tedvini şeklinde belirmiştir.
Işte ceza hukuku, toplumun huzur ve sükununu ihlal eden ve "suç" dediğimiz hareketleri önlemeye ve bu hareketlerin işlenmesi halinde faillerine "ceza" adını verdiğimiz müeyyideleri uygulamaya yönelmiş kiiideleri kapsayan hukuk manzumesidir.
Kökeni, XI. yüzyıla, belki daha da eskilere götürülebilecek olan "suç" sözcüğümüzün, bu çağlarda, günümüzdeki anlamından ziyade,"yoldan ve yönden sapma" anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim,XI. yüzyıl Türk müelliflerinden Kaşgarlı Mahmud, ünlü eseri Divanü Lügati't-Türk'te, suç kelimesinin "bir şeyin sapmasını" bildirdiğini ifade etmekte ve bu hususla ilgili olarak bazı örnekler de vermektedir. Elimizde bulunan en eski Türkçe kaynaklardan-özellikle Göktürk kitabelerinden-anlaşıldığına göre, suç sözcüğümüzün en eski Türkçe karşılığı "yazuk" yani "yazık" olmalıdır."Divanü Lügati't-Türk ve Kutadgu Bilig gibi XI. yüzyıla ait Türk kaynaklarında da, suç ve günah karşılığı olarak "yazuk" kelimesi zikredilmiş ve kullanılmıştır.
Suçlu ve günahkara da "yazukluğ" yani "yazıldı" deniyor, suç işleme ise,"yazuk kılma" sözü ile karşılanıyordu. "Yazuk" yanısıra, "yaz-ma, yazınma,yazınç,yazım" gibi kelimelerin de eski Türkler'de suç, günah, suç işleme karşılıklarında kullanıldıkları görülmektedir. Ancak bunlar, şaşma,şaşırma, yanılma, yoldan çıkma, ihanet, kusur (etmek), kabahat (işlemek) anlamlarına da gelmekte, yerine göre kullanılışlar değişebilmektedir.
Aynca kusur, kabahat, zevili manalarına gelen "mün" sözcüğünün,"suç ve günah" manasını da içerdiği .bazı uzmanlarca ileri sürülmektedir.Bunlardan başka Kaşgarlı ve Balasagunlu'nun eserlerinde "günah" ve "günahkar" karşılığında geçen "arınçu, erinçü" ve "teltük" terimlerinin,yerine göre suç ve suçlu anlamlarında yorumlanabileceğini de kabul etmek mümkündür.
Dilimize Arapça'dan giren ve bugün halen kullandığımız "ceza sözcüğü ise, yine söz konusu kaynaklardan anlaşıldığına göre, eski Türkler' de başlıca" kıyın" ve "kın" sözleri ile ifade edilmekte idi. Eski Türk kitabelerine dayanarak, cezanın en eski Türkçe karşılığının "kıyın" olduğu söylenebilir Tenbih, tevbih, ceza kararı, hüküm, işkence manalarını
da içine alan bu sözcük, daha sonraki devirlerde de kullanılmaya devam etmiştir. Her ne kadar eski Türk epigrafik kaynaklarında geçmeyen,ancak XI. yüzyıl kaynaklarında karşımıza çıkan "kın" sözcüğünün kökeni de, çok daha eskilere dayanmalıdır. Bu hususla ilgili olarak Kaşgarlı Mahmud'un ünlü ansiklopedik sözlüğünde, "kıstur-" (Işkence ıle cezalandırmak), "kızgur-" (işkenceye koymak, cezasını çektirmek, cezalandırmak), "kızgut-" (ceza, işkence, başkalarının ders alması için, suçu yüzünden birisinin halk arasında cezaya, işkenceye uğraması), "kızıl-" (ceza görmek, kıyılmak) gibi diğer bir takım fiiller ve bunlardan yapılan terim ve sözcükler de kaydedilmiştit Bu suretle, yukarıda ana kaynaklara dayanarak söz konusu etmeye çalıştığımız terminoloji, eski Türk'ler' de suç ve ceza kavramlarının neler olduğunu ortaya koymakta ve bu hususta bir fikir vermektedir.
Türkler'de suç oluşturan ve cezayı gerektiren mı ve hareketler pek çok olup, bazıları şunlardır:Zulüm, haksızlık, yaralarma, darp (dövme, vurma), insanın uzuvlarından herhangi birisine zarar verme, katı, kız kaçırma, hırsızlık, 'ırza tecavüz,tabulara tecavüz, haram sayılan yerlere ve eşyalara saygısızlık, zina,hukuki anlaşmaları ihlal etmek, bunlara aykırı davranmak, görevden kaçınmak,görevi ihmal, livata, başkalarına kötülük yapmak, yalancılık, kovuculuk,
müfterilik, casusluk, saygısızlık, devlete veya devlet görevlilerine hakaret, hilekarlık, sahtekarlık,' rüşvet, askerlikten kaçmak, askeri görevde başarısızlık, devlete isyan, vatana ihanet, soygunculuk, eşkiyalık (gasp), töreye aykırı davranmak, beylere karşı gelmek, devleti çeşitli biçimlerde aldatmak, fuhuş, cana kast, emirlere itaatsizlik vb ...
Elimizde, eski Türkler'e ait, Moğollar ve Osmanlılar'da olduğu gibi suçlan ve karşılığı olan cezalan gösteren, bütün suçlara ait ortak esaslan tayin ve tesbit eden herhangi bir ceza kanunnamesi de bulunmamaktadır Bu itibarla suçların ağırlıklarına göre yapılmış kanunı bir taksimin, cezaların hangi suç ve suçlulara verileceğine ilişkin kesin olarak belirlenmiş bir kanunun, bulunup bulunmadığını bilemiyoruz. Keza cezalar verilirken, suçun niteliğinin, hafifliği ve ağırlığının, failin kişiliğinin, cezanın toplumdaki etkisinin, örf ve adetlere uygunluğu gibi hususlann her zaman için nazan itibara alınıp alınmadığı hakkında da kesin bir şey söyleyebilecek durumda değiliz. Ancak bunlar, görünüşe göre sabit olmayıp, zamaha, mekana, şartlara ve duruma göre değişiklikler gösterebilmişler, farklılıklar arzedebilmişlerdir.
Belirttiğimiz gibi, ancak kaynaklardaki kayıt ve bilgilerden tesbit edilebilen bu suçların bir kısmı, ölüm gibi çok ağır bir cezayı gerektirmekte,bir kısmı içinse, bundan daha hafif cezalar bahis konusu olmaktadır.